Bir Kitap Bir Gelecek Derneği kurucusu Erzan Aktar ile derneğin deprem bölgesinde yürüttüğü çalışmaları konuşuyoruz.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Aylin Örnek: Merhabalar. 95.0 Açık Radyo’dayız. Ben Aylin Örnek. Bugün konuğum Erzan Aktar. Erzan Hanım Bir Kitap Bir Gelecek Derneği'nin kurucusu. Onunla deprem bölgesindeki faaliyetleri ve onun dışında da dernekte neler yaptıklarıyla ilgili görüşme yapacağız. Hoşgeldiniz Erzan Hanım.
Erzan Aktar: Merhabalar Aylin Hanım, teşekkür ederim.
A.Ö.: Nasılsınız?
E.A.: İyiyim, teşekkür ederim. Sizler nasılsınız?
A.Ö.: Ben de iyiyim, teşekkürler. Erzan Hanım, öncelikle şeyden başlamak istiyorum, yani depremi duyduğunuzda siz neredeydiniz? Ne yapıyordunuz?
E.A.: 6 Şubat sabahı neredeydim? Benim ablam Mersin'de yaşıyor. Biz açıkçası mesajlarla uyandık evde. Evdeydim, İstanbul'daydım. İlk duyduğum mesajla uyandım. O gün zaten çok da uyuyamamıştım erken kalkacağım diye. Sabah çok da geç bir saatti aslında, dört buçuk biliyorsunuz, dört çeyrekte oluyor deprem, ilk deprem. Altı gibi bize haber geldi. Ben hemen ne olduğunu anlayamadım, televizyonu açtım refleks olarak ve benim evde televizyon açmam büyük olaydır. Ya bir şey oldu ülkede, dünyada ya da başka bir olay var şeklinde algılanır evde. Açtım direkt izlemeye başladım. Önce Maraş'tan zaten ilk görüntüler geldi. Yanlış hatırlamıyorsam Malatya'dan görüntüleri izledim, Adana'dan görüntüleri izlemeye başladım, inanamadım. Yani bir yerde oldu zannederken birçok ilden görüntüler akmaya başladı. Böyle iki üç saat hipnotize olmuş şekilde depremi evde oturup izledik. Çünkü elimiz kolumuz bağlı ve arkadaşlarım Antakya'da. Daha Antakya'dan haber alamamıştım açıkçası. Antep'ten, Maraş'tan, Kilis'ten öğretmen arkadaşlarımdan mesajlar gelmeye başladı. Durumun vahametini, ‘burası çok kötü, ne olduğunu biz de anlayamadık’ şeklinde, deprem mi başka bir şey mi? Daha böyle algılayamadı insanlar. Bana da böyle geliyor haberler. Ne olacağını ben çözümlemeye çalışıyorum açıkçası izledikçe. İkinci depremi canlı yayında izledim. Tam o Malatya'nın merkezinde bir canlı yayın vardı. Binaların merkeze doğru, o bildiğimiz kayısı heykelinin oraya doğru aktığını gördükten sonra benimde beynimde sanki anahtar döndü diyeyim size. “Anne,” dedim, “Bu çok garip bir şey, depremin ötesinde bir durum. Büyük ihtimal çok çok ihtiyaç olacak. Gördüğümüz şey garip bir şey,” dedim daha önceki tecrübelerimden de yola çıkarak. Çünkü hem deprem hem de felaket bölgelerinde bulundum dünyanın birkaç yerinde ve Türkiye'de de. Daha öncesinde Arama Kurtarma Derneği (AKUT) gönüllüsüydüm, enkazda çalışmayı biliyorum. Aynı zamanda yurt dışında Birleşmiş Milletler'le (BM) bir kontağım var zaten. Filistin Batı Şeria özelinde mülteci kamplarında o insanların şehirleri, bölgeleri bombalandıktan sonra post travmatik dönemlerde onlarla nasıl iletişime geçileceği ya da neye ihtiyaç duyduklarını az çok biliyorum. Dedim ki, “Bir şeyler almak lazım.” İlk liste kafamda oluştu. Hemen toptan alım yapılan yere gittim. Battaniyedir, çocuk bezidir, kadın bağıdır, ilk neye ihtiyacı duyuluyorsa hatırlıyorsunuz. Çok soğuk da bir dönemdi, Türkiye ya da İstanbul'da en soğuk haftayı geçiriyorduk. Ne gerekiyorsa ben böyle doldurdum ve Instagram'dan kısa bir video paylaştım. “Bilmiyorum, farkında mısınız arkadaşlar,” dedim, “Bu durum bildiğimiz bir deprem durumu değil. Bu durum bir, üç, beş il değil, büyük ihtimal daha fazla bölgeler, daha ulaşamayacağımız yerler de çıkacaktır. O yüzden benim elimden şu kadarı geldi, şunları aldım. İlk aklıma gelen evime yakın internetten de baktım. İhtiyaç Haritası, tiyatro da zaten aynı yardımları topluyordu. Oraya götüreceğim. Bir kısmını belki belediyelerin topladığı bir yere götüreceğim. Böyle toplanma yerleri vardır. Bunları götüreceğim. Destek olmak isteyenler direkt benimle iletişime geçsin,” dedim. Patır patır patır arkadaşlarımdan mesajlar, “Erzan ne yapabiliriz?” Aslında yol göstermeyi de bekliyorlar, plan organizasyonu da istiyorlar. Bu kadar mesajın bana gelmesi aslında tabi ki Bir Kitap Bir Gelecek Derneği’nin kurucusu olmamla da ilgili.
Elimden geldiğince sivil bir şekilde organize etmeye çalıştım ama tabii gönül bu, durmuyor
13 senedir zaten sahadayım. 350’den fazla köy okuluna desteğimiz var çok şükür. Organizasyonu ve planı, ne yapılacağını bildikleri için ve bunların yerine gidebileceğini bildikleri için o güven tesisini senelerdir sağlıyoruz biz. Köy okullarına birebir ziyaretler yaparak o destekleri, malzemeleri, çocuklarla beraber yerinde götürüp arkadaşlarım, çevreleri, onların çevreleri bunu da gördükleri için bu güveni tesis ettik çok şükür. Şu oluyor, tamam, yerine gidecektir. Çünkü biliyorsunuz sonra neler yaşandı. Yerine gidecektir diye bana, ‘ne yapabiliriz, şunu getirelim, bunu getirelim…’ Ben hemen kendi çevremde o organizasyonu yaptım. Benim elimdekilerle de direkt DasDas Tiyatro, İhtiyaç Haritasına gittim, “Bunları getirdim, sonrasında ne yapabilirim? Size nasıl yardımcı olabilirim? Yardıma ihtiyaç var mı?” dedim. Sağolsunlar, onlar da daha yeni toplanıyorlar. Çünkü daha yeni, 12 saat olmuş, 6 Şubat günü. “Tabii, buyurun,” dediler. Yani çok fazla kolilemeye ihtiyaçlar var. Gelen ihtiyaçların organize bir şekilde ayrılıp istasyon kurulması var. Onların düzgün bir şekilde kolilenip tıra yüklenmesi durumu var aslında. Tecrübem var bu konuda. Hiçbir şeye de bakmadan elimden ne geliyorsa yapmaya çalıştım açıkçası o komünitenin içinde de ve arkadaşlarıma da, “Bakın, ben buradayım,” ya da “Şuralara da bakın daha güvenli,” diye bu aynı ihtiyaçlar konusunda, insanların ilk ihtiyaçları konusunda çevremi de yönlendirdim. Burada böyle çalışırken bana bölgeden de ihtiyaçlar, bireysel olarak ya da referansla beraber gelmeye başladı. Referanslar da şöyle; öğretmenlerimizin, - öğretmenlerimizin de aileleri maalesef felaketi geçiren aileler - onların komşuları, arkadaşları, dostları. Bu güveni verdik büyük ihtimal. Onlar da bize, “Erzan, şuraya destek olabilir miyiz?” ya da zaten ilk dört beş gün enkaz üzerindeydik. Enkazdan koordinatlar geliyor. Benim maden mühendisi bir grup arkadaşım var. Onlar direkt sekiz gün boyunca Hatay, Antakya, Defne, Kırıkhan'da çalıştılar. Samandağ'a geçtiler daha sonra. Elimden geldiğince onlara hem koordinat atıyorumdum, buradan da aynı yardımları toparlamaya çalışıyorum. Hem de nokta atışı ailelere, nokta atışı bölgeye yakın yerlerdeki arkadaşlarıma ulaşarak. Adana'da arkadaşlarımız var ise, ‘Adana'dan Hatay'a bir destek gönderebilir miyim?’ ya da Antep'te arkadaşlarım var ise Antep'e en yakın Adana üzerinden ya da Hatay'a göndermek üzere, Antep'e gitmek üzere, Nurdağı, İslahiye'ye, oralara yönlendirmeye çalıştım, “Bakın buralarda ihtiyaç var. Teyitli bilgiler, biz biliyoruz bunları,” diye. Yani çok sivil bir şekilde bunu organize etmeye çalıştım elimden geldiğince ama tabii gönül bu, durmuyor.
Gelen görüntüleri biliyorsunuz, haberler geliyor. Ben 12, 13 saat hiç telefona bakmadan, ‘ben bunu yapabiliyorum ve bunu devam ettiririm’ diyerek aslında onlardan biraz kendimi soyutlamıştım. Ama gelen haberler, görüntülerden sonra kendi içimde şey demeye başladım, “Benim oraya gitmem gerekiyor.” Bir şeyler yapmak için gidiyorlar. Elimizden ne geliyorsa, bir yerden tutsak gibi bir durum var. Ama oraya ilk gidenler de zaten, ‘biz böyle bir şeyle karşılaşacağımızı tahmin etmiyorduk’ diyerek eli kolu bağlı bir şekilde kalakalıyorlar. Bu durumda kala kalmayacağım gücüm var. Yani kendime duygusal olarak güveniyorum. O bölgelerde biliyorsunuz, Arap Baharıyla beraber, 2011 Arap Baharıyla beraber Antep, Kilis, Hatay, Antakya Reyhanlı tarafına Suriye tarafından müthiş bir göç var. Orada Arapça konuşuluyor farklı lehçelerle beraber. Ben de Arapça biliyorum. Mısır'da yaşadım bir dönem ve mültecilerle de çalıştım uluslararası. Yani en yapabileceğim şey en azından oralara gideyim, belki ihtiyaç vardır. İngilizce biliyorum, yabancı gelenlere belki yol gösteririm. Enkaz bilgim var. Engel olmak istemem tabii ki o anda çalışanlara ama bir yerden bir şeyin ucundan tutabileceğimi biliyorum. Ve haberler biliyorsunuz, bir yığın gitti sonra geri geldi, kalifiye insanların felç olarak kalması. Tabii ki iyi niyetle gittiler, saygım sonsuz ama fazlalık yaratarak orada bir kaosun oluşmasına neden olanlara ben tabii ki o üç dört günün verdiği sinirle de bayağı isyan ettim. Sosyal medyada gene bunu paylaştım, “Böyle böyle durumlar var. Biz gidemiyoruz. Enkazda ne yapmasını bilen arkadaşlarım var. Hilti kullanmayı bilenler var. Demir kesme aletlerimiz var. Biz neden buralardayız,” diye. Gene sosyal medyadan bir isyan şeklinde.
A.Ö.: Kaçıncı gündü bu?
E.A.: Üçüncü ve dördüncü gün. Yayınladım. Zaten dördüncü gün süreç çok hızlı ilerledi. Perşembe günü sekizi, dokuzu gibi. Bu çağrıma gene arkadaş çevrelerimden, ‘şöyle gidebilirsin, böyle gidebilirsin, şöyle mi yapsak, böyle mi yapsak’ cevaplar geldi. Bir kesim, ‘yollardan dolayı insanlar alınmıyorlar şehirlere’ derken, bir taraf diyor ki ‘biz girdik.’ Bir kaos. Bir de o dönem, maalesef şu anda da var, bir acı turizmine döndü iş. Dediğim gibi pek algılayamayan insanlar, ‘gittim, oradayım’ gibi, bir video çekeyim, fotoğraflayayım gibi ona da girildi. Aklım almadı benim. Yani orada insanlar… Çünkü bize öyle videolar, arkadaşlarımın arkadaşlarından öyle şeyler geliyor ki. Diyorum ki bir tarafta bu var, insanlar enkaz altında bağırıyorlar. Videolar, ses kayıtları geliyor. Bana, yani en ufağından bana geliyor düşünün. Ama bir tarafa bakıyorum. İnsanlar orada enkazları çekip, altına acılı bir müzik verip, bununla da böyle bir güruh yaratıyorlar. Tabii öfke kontrol ve öfkemi nasıl kanalize ederim dedim; giderek, orada bir işe yarayarak, ne yapabileceğimi düşünerek. Sonrasında hemen bir arkadaşım vasıtasıyla Malatya'ya gidebildim. Malatya'da üç gün kaldım. İlk haftanın Cuma, Cumartesi ve Pazar günü. Orada insanların, en azından organize bir şekilde şehirden çıkmak isteyenlerin tahliyesine destek oldum. Çünkü diğer illere geçemedim maalesef. Güvenlik sıkıntısından dolayı tavsiye edilmedi bana.
A.Ö.: Peki bu tahliyeye yardım ederken bir kurumla birlikte çalıştınız mı? Yoksa tek başınıza bunu yapabilmeniz biraz zor diye düşünüyorum.
E.A.: Doğru. İlk Malatya'ya indiğim zaman zaten tırlarla beraber gitmiştik. O tırların hemen en gerekli yere verilmesi, iletilmesi gerekiyordu. Onu hemen yaptıktan sonra Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nda - direkt havalimanının yanında zaten - kendimi tanıtarak, durum böyledir diyerek ilerledim. Zaten eleman ihtiyaçları var, ne yapacaklarını kimse bilemiyor. Bir de öyle bir durum var. Yani orada olan kurum ve kuruluşlar da ne yapsın, çünkü müthiş bir ihtiyaç var.
Planınız, programınız olsa bile sanki yetmeyecek bir durum vardı
A.Ö.: Kaos var.
E.A.: Kaos var. Yani plansızlık. Programsızlığı geçtim. Yani öyle bir şeyle karşı karşıyasınız ki planınız, programınız olsa bile sanki yetmeyecek bir durum var. Gittim, elimden geldiğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda dediğim gibi bunlara yardımcı oldum.
A.Ö.: Tahliyeye yardımcı oldunuz.
E.A.: Evet. En azından kadınların, çocukların biraz daha sakinleştirilerek diğer yaşlılara, daha çok çocuk özelinde, en azından çocuklara biraz daha destek vererek devam ettim. İstanbul'a döndükten sonra aynı yardımların toplanmasına, İhtiyaç Haritası’na destek oldum. Duramadım yani. Gitmem gerekiyor. Çünkü insanların ihtiyaçları var. Bir de kişisel, karakterimde var herhalde. Sahayı görmeden de empati kurabiliyoruz uzaktan. Ama insanları orada, görmeden, gözlemlemeden tam olarak neye ihtiyaçları olduğunu ya da oradaki havayı koklamadan ne yapabileceğimi pek bilemiyorsunuz. Ama ‘daha iyi nasıl yapabilirim’i anlamak amaçlı gitmek istedim. Reyhanlı tarafına geçtim. Orada da iki gün kaldım.
A.Ö.: Tamam. Peki şeyi sormak istiyorum. Sizin bu derneğiniz, sizin kurucusu olduğunuz ve başında olduğunuz dernek, Bir Kitap Bir Gelecek Derneği'nin normal şartlarda sürdürdüğü faaliyetlerle deprem bölgesinde yaptığınız faaliyetler hiç bir araya gelebildi mi?
E.A.: Tabii ki. Dediğim gibi ilk iki üç hafta enkazların kaldırılması, insanlar ne yapacaklar, ne edeceklerden sonra artık insanların hiçbir şeyleri yok üstlerinde başlarında. ‘Biz bunlara ne sağlayabiliriz?’e döndü iş. Biz dernek özelinde zaten köy okulları, birleşmiş sınıflı köy okullarına sınıf kitaplıkları, kütüphaneler kuruyoruz. Çocukların kırtasiye malzeme ihtiyaçlarına destek oluyoruz ve sonrasında okulları ziyaret ederek yaratıcı okuma saatlerimiz var, çocuklarla beraber atölyelerimiz var, onları gerçekleştiriyoruz. Bu aslında bizim derneğimizin temel amacı. Dernek özeli de afet döneminde aslında benim bireyselliğimden yürüyerek gitti, nokta atışı. Dediğim gibi, ‘nerede ne ihtiyaç var, çocuklara ne gönderebiliriz’ gibi. Zaten halihazırda bizim çocuklar için beklettiğimiz malzemeler vardı. “Hemen o tarafa yönlendirelim,” dedik ve hayal çantaları kurmaya başladık. Tabii bu birinci, ikinci ayla beraber daha oturmaya başladı. Çünkü insanlar artık bir yerlere yerleşmeye, çadır kentlere ya da konteynerlara yerleşmeye başladılar. Böyle bir düzene oturtarak biz de hayal çantaları hazırlamaya başladık. Bu hayal çantalarının içerisindekilerin pedagoglardan tek tek bütün malzemelerin elden geçirilmesini rica ettik, ‘peluşa mı ihtiyaç var, tahta bir oyuncak mı göndereceğiz, gönderdiğimiz boyama kitabının içeriğinde bir şey mi var, gönderdiğim okuma kitaplarında bir sıkıntı mı var’ diye. Bunların hepsini elden geçirterek bir hayal çantası içeriği hazırladık. Bunları hazırladık ve bağışlarla beraber gönderdik. Sağ olsunlar böyle bir şey yapacağımızı duyurduğumuz zaman da gönüllülerimiz, bağışçılarımız çok destek oldular. Ayrıca şirketler, firmalar da dediler, “Biz de hazırlayalım şu kadar, şu kadar yapalım.” Kendi içlerinde kurumsal, sosyal sorumluluk yaparak hazırladılar ve ben de bunları bölgede daha önce ziyaret ettiğim konteyner kentlere, çadır kentlere elimden geldiğince iletmeye başladım. Tabii bölgeye gittikçe farklı sivil toplum kuruluşlarıyla da dirsek temasınız oluyor. Çok açıkçası şöyle söyleyeyim, çok büyük sivil toplum, dernek ve vakıflarla işlevler çok iyi gidiyor.
Orta ve küçük düzeyli sivil toplum kuruluşları ya da inisiyatiflerin sahada ne kadar etkili işler yaptığına bizzat şahit oldum
A.Ö.: Çünkü onların etki alanları farklı.
E.A.: Evet. Kaynaklar farklı, daha fazla. Onlar tabii ki daha etkili. Daha büyük bir çatı kurmaya çalışıyorlar. Ama orta düzeyli, orta ve küçük düzeyli sivil toplum kuruluşları ya da inisiyatiflerin de aslında sahada ne kadar etkili işler yaptığına bizzat şahit oldum. Bunu bir dernek kurucusu olarak değil normal sivil bir vatandaş olarak söylemek isterim. Yani aslında gözlerim dolarak yaptıklarını, ettiklerini, tamamen müthiş bir özveriyle ne kadar çalıştıklarına şahit oldukça ben de tabii ki böyle bir derneğimiz var, Bir Kitap Bir Gelecek Derneği’miz var, bağlantılarımız var, biz de destek olmak isteriz ya da neye ihtiyacınız var dedim.
Çocuk özelinde yaratıcı drama atölyeleri yapıyorlar ya da üç beş çocuk toplanmış bir öğretmen onların başında malzeme olmadan, çocukları travmatik durumdan biraz uzaklaştırmak için elinden geleni yapıyor. “Hocam, biz size nasıl destek olabiliriz ya da sizin ne ihtiyacınız var?” diyerek, böyle tek tek, aslında Hatay özelinde herhalde on, 15 tane çadır kent, konteyner gezmişimdir. Antep'te de öyle, yedi sekiz tane çadır ve konteyner kent gezdim. Tek tek sorarak, ihtiyaçlarını belirleyerek ve sonrasında bunu hem dernek üzerinden hem de bireysel olarak çevreme yayarak bunları tamamlamaya çalıştım. Orada da böyle bir şey oluştu dediğim gibi, küçük ve orta düzeyli sivil toplum kuruluşlarıyla. Bir tanesi mesela, Hayata Renk Ver Derneği. Melek Hanım'la iletişime geçtim. Onlar çok güzel bir sosyal travma merkezi kurdular. Hem müzik terapisi hem de oyun terapisi üzerinden çocuklara destek olmaya çalışıyorlar. Bir tanesini Kahramanmaraş'ta açtılar bu merkezin. En son ben Nurdağı, Gaziantep Nurdağı’ndaki merkezini ziyaret ettim. Hakikaten derler ya, çiçek gibi mekan yapmışlar diye, sağ olsunlar çocuklar için o kadar özverili çalışıyorlar ki. Yani elleriyle, tırnaklarıyla, tek tek o şeyleri yapmışlar, alanları yapmışlar. Bunları, bu özveriyi, fedakarlığı, bir şeyler yapma isteğini görünce ve üst mekanizmaların ne kadar felç bir şekilde, hiçbir şey yapmadığını gördükçe siz vatandaş olarak destek olmak istiyorsunuz net.
A.Ö.: Ben şeyi sormak istiyorum Erzan Hanım. Siz bir yandan da kırsalda birleştirilmiş okullarla ilgili projelerinize devam ediyorsunuz.
E.A.: Tabii.
A.Ö.: Ben web sitenize baktığımda oradaki bir proje çok dikkatimi çekti; Kitap Yazıyoruz Projesi.
E.A.: Evet.
A.Ö.: Acaba bu Kitap Yazıyoruz Projesi deprem bölgesinde de uygulanabilir bir proje olur mu? Ki şimdi oradan acayip şeyler de çıkabilir diye düşündüm. Böyle bir şey siz düşündünüz mü?
E.A.: Vallahi Aylin Hanım çok güzel fikir. Şu an şöyle açıkçası, yakın zamanda tabii çok dediğim gibi merkezlerle, sivil toplumla, böyle sizin gibi destek veren kurum ve kuruluşlarla çok bağımız var, oturup konuşuyoruz neler yapabiliriz diye açıkçası. Bu güzel bir fikir açıkçası. Biz bunu dediğiniz gibi köy okullarında yapıyoruz. Önermeler veriyoruz çocuklara, gittiğimiz zaman beraber kitap okuyoruz ya da onlarla beraber kendi gezegenlerimizi, kurduğumuz fon kartonlarla bakıyoruz. Bu tamamen öğretmenin gözetiminde yaptığım bir şey ve dediğim gibi pedagogların bize verdikleri ya da oyun terapistlerinin bize önermeleriyle yapılan bir durum. Bu dediğiniz Kitap Yazıyorum Projesi de aslında oradaki, sahadaki arkadaşlarımızla, öğretmen arkadaşlarımızla ya da dediğimiz gibi bu merkezlerdeki arkadaşlarımızla yürüyebilecek, sağlıklı şekilde yürüyebilecek çok şahane bir proje. Neden olmasın?
A.Ö.: Ben de buradan böyle bir fikir vermiş olayım en azından.
E.A.: Şu an hemen gidip bunun projesini yazmam gerekiyor. Şahane bir fikir açıkçası. Çok teşekkür ederim bunu da düşündüğünüz için. Resim bazında da gidiyoruz, çocukların hayallerini.
A.Ö.: Evet ağırlıklı olarak resim çalışmaları çok fazla, drama çalışmaları çok fazla. Ama yazmak üzerine de bir şey güzel olabilir.
E.A.: Evet. Okul özelinde gideceği için, bizim de bu konuda köy öğretmenleri ve öğretmenlerle çok iyi bağlantımız olduğu için, bu şahane bir fikir açıkçası. İnşallah bir sonrakine de size elimde kitaplarla gelirim. Çocukların yazdığı kitaplarla, hikayelerle gelirim.
A.Ö.: Bundan sonrası için planlarınız nedir deprem bölgesine yönelik olarak. Bu faaliyetler devam edecek mi?
Hayal çantalarıyla beraber gene sahaya gideceğiz
E.A.: Tabii aynı şekilde devam edecek. Şimdi dönem sonuna kadar benim köy okulu ziyaretlerim var. Dediğim gibi başka illerde, afet bölgesinin dışındaki illerdeki köy okullarında da hala ihtiyaçlar var. Merkez dışındakilere, onlara ziyaretlerim olacak. Ama afet bölgesi özelinde de gene hayal çantaları hazırlıyor olacağız. Hayal çantalarıyla beraber gene sahaya gideceğiz. Ayrıca daha iki üç gün önce bir şeyimiz oldu açıkçası, güzel bir haberimiz var; dediğim gibi sahaya gidince çok güzel inisiyatiflerle karşılaşabiliyorsunuz. Gittiğim bir ziyaret sırasında Bin Motorcu Bin Çocuk insiyatifiyle de bir araya geldim. Başlarındaki İlker Bey'le tanıştık. Onlar orada, konteyner kentlerde çocuk evleri kuruyorlar. Tamamen gönüllü işler. Çocuk evleri bir taneydi, ben ilkini ziyaret ettim. İki, üç oldu, dördüncüsüne dediler ki, “Neden beraber bir çalışma yapmıyoruz?” Bir Kitap Bir Gelecek Derneği’nin çocuk evi de umuyorum ki Hatay Antakya'da olacak. Şu an gösterilecek konteyner kentin, konuşlanacak konteyner kentinin adını bekliyoruz açıkçası. Bir merkezimiz olacak. O çocuk evinde de öğretmen gözetiminde çocuklarımız gene oyunlarını oynayabilecekler. Bizim de artık daha sıkı bir bağımız olacak orayla ve orada bu dediğiniz belki kitap yazma, çocukların resimleriyle, ileride bu travmaları atlattıklarında onların resimlerini sergileyebilme ya da başka başka oyunları götürme, çocuk oyunları getirme, götürme gibi başka atölyeler de yapabileceğiz. Bir bu var söyleyebileceğim, beni çok heyecanlandıran bir çocuk evi projemiz var. Onu da haftaya zaten konteynere indiriyoruz. Biri de dediğim gibi hayal çantam aynı şekilde devam edecek. İhtiyaç neyse sahadan gelecek, biz de dernek olarak ona uygun projeyi yaparak, düzenleyerek tekrar sahada olacağız. Yani bu iki üç senelik bir durum siz de farkındasınız. Devam etmeye çalışacağız, sahada olacağız.
A.Ö.: Erzan Hanım, konuşacak çok şey var. Maalesef süremizin de sonuna geldik. Biz çok teşekkür ediyoruz buraya geldiğiniz için. Ayrıca emekleriniz için de çok teşekkürler. Umarım her şey güzel olacak ileride emeklerinizle. Katıldığınız için çok teşekkür ediyorum. Bugün masada bize Didem Gençtürk eşlik etti. Kendisine de teşekkür ediyoruz. Görüşmek üzere diyoruz, sevgiler.
E.A.: Çok teşekkürler, sağ olun.